2 Nisan 2010 Cuma

"Abla"ya kalırsa, yaşamın yarısının gülmek iken diğer yarısının ağlamak olduğunun en güzel, en bilge örneği Naciye Hanım'dır.

"Abla"nın, Kuzey Ege'ye göçerken evini, çocuklarını emanet ettiği, dostlukları uzun yıllara yayılı Naciye Hanım'ın, arkadaşları önünde kendisini küçük düşüren babasına kızıp intihar eden 19 yaşındaki oğlunun yasına ara verip, mahallesinden, ailesinden kahkahalar atarak anlattığı hikâyelerden biri, "abla"yı en hüzünlendireni, annesiyle ilgili:

Naciye Hanım'ın annesi
"Biz çok küçüğüz o zaman, babamlar İsviçre'ye yeni gelmişler, ben hatırlamıyorum, babam hasta, evde bizimle kalmış, annem mecbur, alışverişe markete gitmiş. Aradan epey bir zaman geçmiş dönmemiş. Babam merak etmiş, kalkmış markete gitmiş; bir bakmış annem, köşede duvara dayanmış öylece duruyor. Gidip kolundan tutup sormuş
ne bekliyorsun burda, niye eve gelmedin? Annem kasiyeri gösterip git dayan köşeye! dedi... diye anlatmış; kasadaki kadın danke schön! deyince annem..."

Mehmet Amca

Mehmet Amca, aklı gidip gidip geliyor, üçaylığını almaya bankaya gidiyor kuyruğa giriyor; alıyor maaşını, dönüyor yeniden kuyruğa giriyor. Memurlar bakıyorlar yine Mehmet Amca, buyur edip oturtuyor, eline bir çay veriyorlar, gitmezse, oğlunu çağırıyorlar kahveden, gelip alsın... Bu Mehmet Amca'yı, oğlu birgün hastaneye götürmüş; ikidebir
şuram ağrıyor, buram ağrıyor, hemşireyi çağır, benim ağrım var deyip sızlanıyor. Oğlu bir ara kantine inmiş soluklanmaya, çay içerken Bonibon görmüş, almış, kutuyu kâğıt peçeteye boşaltmış, çıkmış yukarı, baba, demiş demin kantinde Alevî bir doktor gördüm, Mehmet Amca Alevî, bana bu hapları verdi, çok iyi, kuvvetli ilâçmış bu, hiç ağrın kalmazmış, ama kimseye söylemeyeceksin... Mehmet Amca, bir bardak suyla ilacı içmiş, sabaha kadar bir daha gözünü açmamış, mışıl mışıl uyumuş...

Mustafa ile Şükran
Naciye Hanım'ım, sarhoşken elektrik direğiyle bile kavgalaşan alkolik komşusu birgün, kahvede mahallenin belalılarından birine diklenmiş; "...adam da şişi çekip bunun kabasına sallamış, Mustafa, canı yanıp kanı görünce öleceğim sanıp topallaya topallaya eve koşmuş, aşkla sevdiği karısına aşağıdan sesleniyor; Şükraaaan, Şükran, yavrum aşkımız hiç bitmeyecek! Kadın apar topar aşağı iniyor, bakıyor yara derin değil, kocasını avutuyor bitmeyecek Mustafa'm, sen kendini yorma, bitmeyecek..."

Naciye
Seçimden önce, derenin orada adamın biri elinde hoparlör, anlatıyor, biz de dinliyoruz. Anlatıyor, anlatıyor, ardından soruyor;
ne istiyoruuuuuz?, kalabalık bağırıyor eşitliiik!, ne istiyoruuuuuz?, özgürlüüüüük!.. falan derken Mustafa yine körkütük, sallana sallana yanaştı, adamın elinden hoparlörü kaptı; adam ne oluyor diye huzursuzlandı, kalabalık Mustafa'yı tanıyor ya, başladılar gülmeye... Mustafa sordu, ne istiyoruuuuuz? ben biraaaaa! diye bağırınca, millet de bir gülme, bir gülme...

Mahalleliyle maceralarını, gülmekten gözünden yaş gelerek aktarırken, oğlu aklına düşse kara yaşlara boğulan Naciye Hanım, yaşamın yarısının gülmek iken diğer yarısının ağlamak olduğunun en güzel, en bilge örneğidir "abla"ya kalırsa...