7 Mart 2009 Cumartesi

“…böyle zamanlarda keşke mümkün olsa, her birimiz, acının bir parçasını alsak…”

500 kutu, 1000 poşet siparişi alıp, kargo bilgisini verdiği 70 kg kağıdın ödemesini yapan; 110 metre çantalık astar, 18 metrekare elyaf, 500 püskül, 20 makara dikiş ipliği, 10 paket kumaş boyası, 4 paket ince silikonu koyduğu battal boy çöp torbalarıyla yaptığı iki küçük denkle, İstanbul’dan evine dönen “abla”, 10 değişik renkte kumaşla çalışacak olmanın verdiği iç kıpırdatan sevinçle, aynı renklerdeki makaralarını sarmak üzere dikiş makinesinin masuralarını bir sayar ki, ne görsün? Yeterli sayıda değil!

Giyinir, Burhaniye’ye gitmek üzere, ertesi sabah verandayı sarı çamura boyayacak yağmura gebe, sarı renkli puslu havada 12:00 servisine biner; bilge şoför Halil Ağabey’e, belgeselde gördüğü Comodo Ejderi’ni, dehşetle karışık hayranlıkla “…yalnız yakalasa adamı parçalar!” diye anlatan balıkçının arkasına yerleşir. Güvercin Koyu’nda inen balıkçının yerine, öne binen kır saçlı, göbekli adamla tutturulan sohbet bu kez, okula gitmeyip, Körfez Birlik arabalarıyla “öğrenci tarifesi”nden, dolanıp duran öğrenci tayfası üzerinedir. “Ana babaları okulda sanıyor” diye yazıklanan Halil Ağabey ile gözlemlerini ve duyduklarını birleştiren adam, cep telefonuyla aradığı birine, “bakın bakalım, soruşturun bir, kimin çocuğuymuş bunlar?” talimatı verir.

Mart ayının 6. günü, üzerinde parti propaganda bayraklarının birbirine dolandığı ışıklı levha 23 dereceyi gösterirken kalabalığı yaran “abla”, meydana paralel sokağa seğirtir; sağında solundaki internet cafe tabelaları arasında kaybolmuş, ancak bilenin bulabileceği dikiş makinesi tamiratı yazılı tabela altındaki küçücük dükkâna girer, bakınır. Bir önceki gelişinde konuştuğu amca yerine, omzunda kaplan postu desenli polar şalıyla ufak tefek gözlüklü bir kadın, fırfırlı, çiçekli yastıklı tahta iskemleden doğrulur. “Tahtakale’den iki kez plastik masura aldım” der “abla”, “hem de markasıyla… İkisi de makineye uymadı. Ben de sizde vardır diye geldim…” Kadının, üzerinde çocuk giysileri asılı karmakarışık tezgâhta, acemice arandığını, bunun uzun süreceğe benzediğini gören “abla” sorar “amca yok mu?”

“Öldü” der kadın, alttan çıkardığı bir karton kutuyu eşelerken, “eşim öldü…”

Camdaki Devren Satılık yazılı kağıdın sırrına varan “abla”nın, “başınız sağ olsun, nesi vardı, hasta mıydı?” sorusuna, masaya döktüğü naylon torbadan dökülen parçalar arasından masuraları ağır hareketlerle ayırırken, gözünden süzülen yaşları, öteki elindeki kâğıt mendille kurulayarak yanıtlar “hiç ağlayamadım başta, sonra böyle, kim başın sağ olsun dese… Cenazesinde de yoktum, beni Balıkesir’e götürmüşler, yoğun bakıma, aklım başımda değil… 2.5 ay oldu, halâ ellerim, ayaklarım tir tir titriyor… ”

“Gece kahveye çıkar, başım ağrıyor deyip gitmedi, benim gastritim var, ağrı ile bulantı, acil’e gidip iğne yaptırmadıkça dinmiyor, baktım bunun hâli yok, yeğenimle gittik hastaneye, döndük, iyi misin dedim, boynuna atkı sarmış, iyiyim dedi, ben de eşofmanımla öylece girdim yanına, uyuduk… Yeğenim ertesi akşam evin önünden geçerken ışık görmeyince, annesigili aramış, nerede olabilir bunlar diye, araba kapının önünde, ayakkabılar da… hiçbir yerde bulamayınca polis çağırmış kapıyı kırmışlar…”

“Dükkân kira, bir sürü mal da kaldı, hiçbir şeyin yerini bilmiyorum, insan bilse böyle olacak, sorar öğrenir…” Raflardaki çocuk giysilerini gösterip “gittim pazarcılara sordum alır mısınız diye, elimizdekini anca satıyoruz dediler”

Çocuğu da, -görünüşe göre- hiç tesellisi de olmayan kadın bir yandan ağlar, diğer yandan karışıklığı yüzünden gerçek boyutları anlaşılamayan küçük dükkânda, kutular torbalar arasında dolanırken, -arkadaşının, doğum haritasında görüp “başkalarının duygularını emebilme” diye adlandırdığı- aşırı empatiyle diğeriyle özdeşleşen “abla”, nasıl avutacağını bilemediği, lodosun apansız yapayalnız bıraktığı umarsız kadına sarılır, bir süre sessizce ağlaşırlar.

Alışveriş biter, 13:30 servisine yetişme telâşıyla koşar adım garaja yönelirken yüreğindeki küçük huzura bakan “abla”, “…böyle zamanlarda keşke mümkün olsa, her birimiz, acının bir parçasını alsak…” dediğindeki gibi ufak bir parçayı alıp -çok az da olsa- bir hafifleme sağladığından emindir.

Hiç yorum yok: