19 Mart 2009 Perşembe

2009 yılı, Mart ayının, ikinci yarısının, ilk üç günü: Kuzukulağı, bir cenaze ve Partililerin ziyareti…

Pazartesi: Hava güneşli ve neşeli! Direksiyonda, “abla” döner dönmez ikiz torunlarının müjdesini verip lokum ikrâm eden bilge şoför Halil Ağabey, Karaağaç Köyü’nden binenlerle tıklım tıkış 10:00 servisini pazara, Burhaniye’ye götürmekte… “Abla”, her zamanki yeri tekli koltukların ikincisinde, yassılttığı pazar arabası dizleri arasında, kulağı, yanında ayakta duran mavi gözlü, kasketli adamla, sesi arkasındaki tekli koltuktan gelen köylüsü arasındaki atışmada: Ayaktaki “Dünyaları verseler, ben Cumhuriyetimden vazgeçmem…” der, “Bayrağımdan vazgeçmem!”, arkadaki gevrek gevrek gülerek, “biz de vazgeçmedik, bir elimizde Türk Bayrağı vardı, yıkıldı Balıkesir…”, ayaktaki yüklenir “ben öyle bir altına, iki altına vatanımı, bayrağımı satmam!”, öteki geniş “canım biz de bir şey satmadık ki, yedik dönerimizi, köftemizi, höşmerim de verdiler, döndük geldik…”

Balıkçıya iki çipura bedeli ödeyip, ayıklanana kadar, hindiba peşine düşüp köylü pazarına inen “abla”, üç demeti 1 YTL’den altı demet hindiba, üç demet de kuzukulağı alır. “Kızım bak çok güzel yaprağım var” diyen teyzenin hamlesini, “bana bakacak bir karım olduğunda, şöyle mis gibi kıymalı yaprak sarması yapsın diye gelir alırım” diyerek savuşturur. İki köylü kadının ağızlarını örtüp gülüşmelerini ardında bırakır, pazar çıkışında beş demet sümbül alır, birini verdiği Halil Ağabey’in “Kaymakam bunları toplamış Fatoş Hanım, beraber karar almışlar, her parti bir tek kendi binasına bayraklarını assın diyerekten… Bir de birisi geldiğinde sağa sola astıkları parti bayraklarını o gidince hemen topluyorlar, bak ne güzel, öyle her yerde çok kötü oluyordu… Karaağaç’ta 100 metre caddede gökyüzü görünmüyor, sen de gördün ya!.. ” sohbetiyle, arabayı saran sümbül kokusuyla, evine döner.

Çocukluğunun masum tadı kuzukulağını yıkar, kupaya koyduğu çorbası yanında, ilkokul yıllarının, biçilmiş ot kokulu, köfteli, yumurtalı, taze soğanlı pikniklerine, hıdrellezlerine, okul gezilerine gideee gele çıtıııır çıtır yer, bitirir.

Salı: Hava puslu ve küskün… Sabahtan başlayarak, “abla”nın evinin önünden geçen caddenin bir yanına birkaç araba sıralanır. “Ne güzel” diye düşünür “abla”, “havalar güzelleştikçe, komşular sözleşip evlerini kontrole geliyorlar…” 10 torbanın daha dikiş bitimleri silikonla sabitleyip, sürfile makasıyla kesmeye geçecekken gözüne ilişen, “ne garip mobilya” dediği, tabuta benzer, sarı renkli yüküyle bir kamyonet küçük bayırı iner. Monoton işi bıkkınlık vermesin diye kulağı televizyonda, kesip onlu demetler halinde bağladığı torbaları naylona sarmak üzere yerinden doğrulan “abla” bu kez, gördüğü manzarayla irkilir: Kamyonet, ardında birkaç arabayla yola koyulmuş giderken, az önce gördüğü sarı mobilya, üstündeki yeşil örtüyle gerçekten de bir tabut!.. Bir hafta önce gelen komşular dışında yakında kimse yok sanırken, bir cenaze! Demeye kalmadan, bir de Burhaniye Belediyesi Cenaze Yıkama Aracı yazılı bir kapalı kasalı kamyonet, küçük bayırdan çıkıp yola koyulmasın mı?

Birkaç saat sonra, cenazeyi kendisinin yıkadığını belirten köylü kadınlardan edinilen istihbarata göre, Almanya’da ölen hanım, belli ki dileği üzerine, bir gün önce evine getirilip geceyi evinde geçirir, ertesi gün de alçakgönüllü bir kalabalıkla uğurlanır.

Çarşamba: Hava parçalı bulutlu; bir dargın, bir barışık… Sessizlikte, Karaağaç’tan gelen birbirine karışmış şarkı-türkü-marş hercümerci arasında, arada “abla”nın evi önünden bangırdayarak geçip verandada uyuklayan kedilerin dehşetle fırlayıp ağaç tepelerine tırmanmalarına neden olan parti arabalarından biri, -bu kez- uysal bir nezaketle durur, içinden çıkan komşulardan bir hanım verandaya yaklaşır, kendisini karşılayan “abla”ya “Belediye Başkan adayımız seninle de tanışmak istiyor” der. Takım elbiseli birkaç adam ve bir hanım daha, “abla”nın oturduğu siteyle ilgili projelerini anlatan, fotoğraflarının da bulunduğu tek yaprak broşürlerini bırakır, konvoya katılıp katılamayacağını sorar, ne yaptığını öğrendiklerinde, “Karaağaç’ta bir kurs açsak, kutu yapmayı öğretip öğretmeyeceğini…” bilmek isterler. “Sitede oturup, siteyle ilgili görüş belirtecek tek kişi partinizde, bu yüzden sizi destekleyeceğim” der “abla”, “…elbette adaylığını, din ya da milliyetçilik pazarlayan partilerden koysaydı, desteklemekte zorlanırdım” sözleriyle, yüreğinden taşan hiçbir zaman tam anlamıyla aktaramadığı iyilik dilekleriyle, tek tek ellerini sıkarak uğurlar.

Hiç yorum yok: