23 Kasım 2008 Pazar

Seksî Aralık'tan, Millî Piyango biletli Metin Üstündağ karikatürüne...

Birmilyonkalem'deki editör arkadaşından, Aralık Ayı'nın başlığı Seksî Aralık konulu bir mail alan "abla"ya göre, bir şeye seksî denebilmesi için onun, cinsel açıdan çekici olması gerekir; buna göre Aralık'ın seksî bir ay olmasının tek açıklaması, soğuklar yüzünden bir diğerinin sıcaklığına ihtiyaç duyup sarılma, hazır sarılmışken de... olsa gerek!

Seksî kavramıyla ilgili olarak "abla"nın kafası ilk kez, "80'lerde, -özenle, ısrarla- magazinleştirilen yaşamlarımıza ite kaka sokulan, icraatından çok ailesinin odağında olduğu dedikodularla gündem tazeleyen, image maker'lar tarafından tonton'laştırılıp tadından yenmez hâle getirilen Turgut Özal'ın en seksî erkek seçilmesiyle, karışır!

Demeye kalmadan, bu kez 99'da, Deprem Dede Ahmet Mete Işıkara da en seksî erkek seçilmez mi?

Her ikisi için de çok farklı duygular besleyen "abla"nın, sözkonusu duyguları arasında cinsellikten en ufak bir iz yok! Böyleyken, bir erkeği seksî bulmak, erkek nüfus için, ülkemiz dahil, Dünyanın pek çok ülkesinde -henüz- mümkün değilken, kadın nüfus nasıl olur da tonton bir adamla, -konusunda- deneyimli bir bilim adamını seksî bulur?

"Abla" kendisini derin düşüncelere salan bu seçimlerin, temelindeki seksî kavramı üzerine, düşüne taşına, kendince şöyle bir sonuca varır: Yaklaşık 20 yıllık arayla, kadınların -artık onlar hangi kadınlar ise-, yakışıklı bir aktör gibi seksî bulup seçtikleri bu iki adam, tonton ile bilim adamı, kendi dönemlerinde
ekranlarda uzun süreyle kalmış kişiler!

Zamanla, gözlemleriyle pekiştirdiği bu teorisini; yılbaşı Millî Piyango biletine dişe dokunur bir ikramiye vurmadığını anlayan adamın, yüzündeki ekşi ifadeyle, hakkındaki planlardan habersiz örgüsünü örmekte karısına bakıp içinden "ulan bir sene daha bu karıyı ...eceğiz!" dediği bir Metin Üstündağ karikatürüyle birleştirir "abla": Ve, bakmak, görmek, izlemek ile sevgi arasında kurduğu bağ uyarınca "piyango listelerine baktığının yarısı kadar," der "sevmeyi unuttuğu karısına bakmış olsa, onda -herkeste bulunup, gözlenmedikçe görünmeyen- kendine özgü, yeniden âşık olunası güzelliği görecek, eline büyükce miktarda para geçen ülkem erkeğinin ilk fırsatta yaptığı gibi, onu, kısa sürede tüketeceği bir yenisiyle değiştirmeye kalkışmayacak!"

4 Kasım 2008 Salı

Kasım'ın ikinci günü, denizdeki kadın...

Kasım'ın ikinci günü, sabah 9:30; hiç esinti yok, deniz sakin, hava sıcak!

Soğuk -da olsa- suya girme azminde "abla" iskelede, dizlerine kadar suda, hayatı film şeridi gibi gözleri önünden akmakta… Denizdeki kadın, güneş gözlüğü ardından yavaş yavaş, alıştırarak girmek lâzım, diye seslenir, şok etkisi yapmasın. Bir basamak, sonra bir basamak daha inen ve şok etkisi menzili dışında kaldığından emin olup suya gömülen "abla", kesilen soluğunu dengelemeye çalışarak kadına doğru yüzer.

Kimsenin olmadığı, neredeyse özel denizde, iki kadın tanışırlar, biraz öteye, az beriye, su üzerinde yüzme denemeyecek ufak hareketlerle yol alarak, söyleşirler: "Abla"nın kışın da, burada, yazlığında oturduğunu öğrenince, ben de özeniyorum kışın kalmaya, bakalım, deneyeceğim der denizdeki kadın, Almanya'da çalıştım 35 yıldan fazla, emekli olup geldik, '96'da eşimi kaybettim, sonra bir beraberliğim oldu 9,5 yıl süren, evlenmedik, babamdan aldığım maaş kesilmesin diyerek ama, bıraktı gitti işte... Kısmet, yalnızlık da zor, bir yandan da o kadar emek, adam bırakıp gidebiliyor... En iyisi insanın kendi kendisine yetmesi...

"Abla"nın aklında, -korsan eylemlerle olupbittiye getirip birilerini tanıştırmaları yetmezmiş gibi- kendisine ha bire yeni, eşini kaybetmiş çocuklarını evlendirmiş bilmemkim bey, bitişik koyda ablasıyla oturan -hem yaşı da sana daha uygun- iktisatçı... adamlardan söz eden komşuları. Denizdeki kadınla yeni tanışmış olmasalar "abla", komşuların önerdiği aday listesini size aktarayım diyecek... Bunun yerine sessiz kalıp, kendisinden sadece bir kaç yaş büyük olduğu halde siz daha çocuk sayılırsınız diyen denizdeki kadının, içine çökeldiği belli ihanet acısını dökmesini dinleyen "abla", üşüyerek iskeleye yönelen kadının bir de bu yaştan sonra, ay yemeğini hazır edeyim, temiz gömleği bulunsun... diye kaygı çekmeye hiç hevesim yok, üstelik kıymet de bilinmiyor... sözlerine gönülden katılır.

Kadını uğurlayan "abla", yüzmek üzere açılırken, için için merak eder; denizde tanıştığı kadın, kadın genetiğine işlemiş "evlilik iyi ve gereklidir" davranış kalıbına direnip, henüz ulaştığı "kendine yetme bilinci/bilgisi"ni hayata geçirebilecek midir?